SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SAVM BAHSİ

<< 2349 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حُصَيْنُ بْنُ نُمَيْرٍ ح و حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ حَدَّثَنَا ابْنُ إِدْرِيسَ الْمَعْنَى عَنْ حُصَيْنٍ عَنْ الشَّعْبِيِّ عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ قَالَ لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمْ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنْ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ قَالَ أَخَذْتُ عِقَالًا أَبْيَضَ وَعِقَالًا أَسْوَدَ فَوَضَعْتُهُمَا تَحْتَ وِسَادَتِي فَنَظَرْتُ فَلَمْ أَتَبَيَّنْ فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَضَحِكَ فَقَالَ إِنَّ وِسَادَكَ لَعَرِيضٌ طَوِيلٌ إِنَّمَا هُوَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ و قَالَ عُثْمَانُ إِنَّمَا هُوَ سَوَادُ اللَّيْلِ وَبَيَاضُ النَّهَارِ

 

Adiyy b. Hâtim'den; demiştir ki:

 

"Beyaz iplik siyah iplikten aynlınacaya kadar yeyiniz, içiniz"[Bakara 187] âyet-i kerîmesi inince; bir beyaz, bir de siyah ip aldım. Onları yastığımın altına koydum, (ama) aralarını ayıramadım. Bunu Rasûlullah (s.a.v.)'e arzettim. Efendimiz güldü ve:

 

"Öyleyse senin yastığın enli ve uzunmuş, ondan kastedilen sâdece gece ve gündüzdür" buyurdu.

 

(Râvi) Osman, "o ancak gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır" şeklinde rivayet etti.

 

 

İzah:

Ebû Dâvud, hadîsi, hem Müsedded, hem de Osman b. Ebî Şeybe'den duymuştur. "Ondan kastedilen gece ve gündüzdür." sözü Müsedded'in, sonraki de Osman'ın rivayetleridir. Ayrıntılı bilgi için bk. Buhârî, savm; Müslim, sıyâm

 

Âyet-i kerîmedeki "beyaz iplik ve siyah iplik"ten maksat; Hz. Peygamber (s.a.v.)'in de belirttiği gibi gecenin karanlığı ve gündüzün aydınlığıdır. Aydınlık ve karanlığın, beyaz ve siyah ipliğe benzetilmelerine sebep, sabaha doğru bunların ikisinin de iplik gibi uzamalarıdır.

 

Bu âyet-i kerîmenin nüzulüne sebep olan hadîse, 2314 numaralı hadî­sin izahında belirtilmiştir.

 

Bu hadîsin zahirinden, Adiyy b. Hatîm'in, söz konusu âyet indiği zaman müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kendisi; “...âyeti inince" tabirini kullanmıştır. Bu âyet hicretin ilk yıllarında nazil olmuştur. Halbu­ki, meğâzi âlimlerinin büyük çoğunluğu Adiyy'in hicretin 9. veya 10. yı­lında müslüman olduğunu söylemektedirler.

 

Buna göre Adiyy'in "...âyeti inince" sözünün, te'vîl edilmesi gerekir. Nitekim âlimler, Adiyy'in bu sözünü birkaç şekilde te'vîl etmişlerdir. Bun­lar içinde en çok beğenileni şudur:

 

Adiyy sanki şöyle demek istemiştir:

 

"Bu âyet indikten sonra ben Medîne'ye gelip, müslüman olunca ve şeriatın ahkâmını öğrenince ve bana bu âyet okununca..."

 

Ahmed b. Hanbel'in, Mücâhid vasıtasıyla, Adiyy'den yaptığı şu riva­yet yukarıdaki te'vîli takviye etmektedir.

 

"Rasûlullah {s.a.) bana, namazı ve orucu öğretip; "şöyle namaz kıl, şöyle oruç tut. Güneş battığı zaman, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar ye'* buyurdu. Ben de iki iplik aldım..."

 

Hadîsin metninden ve yukarıya aktarılan îzahlardan anlaşıldığı üzere; Adiyyb b. Hatim "Fecirden beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar yeyiniz, içiniz." mealindeki âyeti duyunca, bir siyah bir de beyaz ip alıp, yastığının altına koymuş ve yemeye içmeye son vermek için iplerin birbirinden ayrılabileceği vakti beklemiştir. Ancak, sabah yaklaştığı halde, ip­leri ayırdedememiş ve durumu Hz. Peygamber'e arzetmiştir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Âyette, hakîki manânın kastedümediğine delâlet eden açık bir karine var, o da ifâdenin sonundaki, "fecirden" kelimesidir. Bu karîne açıkça, beyaz iplik ve siyah iplikten maksadın gün­düzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu ortaya koyuyor. O halde, Adiyy b. Hatim niçin böyle bir hataya düşmüştür?

 

Bu soruya birkaç yönden cevâp verilebilir. Şöyle ki:

 

1. Adiyy b. Hatim âyeti kerimedeki "Fecirden" ifâde­sini, sebep manâsına almış olabilir. Yâni, manayı; "fecir sebebiyle beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar..." diye anlamıştır.

 

2. Adiyy, bu işaret edilen bölümü unutmuştur.

 

Nitekim İbn Cerîr'in Adiyy'den rivayet ettiği şu haber buna delâlet etmektedir.

 

"Rasûlullah (s.a.v.)'e geldim. Bana İslâm'ı öğretti. Her namaz vakti içinde nasıl kılacağımı tarîf etti. Sonra da; "Ramazan geldiği zaman, fe­cirden beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar ye-iç. Sonra geceye kadar orucu tamamla." buyurdu. Ben bunun ne olduğunu anlamadım. Siyahtan ve beyazdan iki iplik büktüm. Fecir vaktinde onlara baktım fa­kat ikisini de aynı gördüm. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'e gittim ve;

 

Yâ Rasûlallah, bana tavsiye ettiğin herşeyi yaptım. Ancak, siyah ip­lik beyaz iplik meselesini beceremedim, dedim.

 

"Buna sebep ne? Yâ ebâ Hatim?" buyurdu ve sanki yaptığımı anla­mış gibi gülümsedi. Ben;

 

Beyaz ve siyah iplikten iki iplik büktüm ve geceden (itibaren) Onlara baktım. Ancak hep onları aynı buldum, dedim.

 

Bunu duyunca Rasûlullah (s.a.v.) azı dişleri görülünceye kadar güldü ve;

 

"Ben sana "fecirden" demedim mi? O ancak, gündü­zün aydınlığı ve gecenin karanlığıdır, buyurdu."

 

İbn Cerîr'in rivayet ettiği bu hadîs, âyet-i kerîmedeki kelimelerinin de, geri kalanıyla birlikte indiğini gösterir. Halbuki Buhârî'-nin Sehl b. Sa'd'dan rivayet ettiği şu hadîs,  kısmının sonra­dan indiğine işaret etmektedir:

 

Sehl şöyle demiştir:

 

Âyeti indi, kısmı inmedi. İnsanlar oruç tutmak istedikleri zaman birisi ayağına beyaz ve siyah iplik bağladı. Onları birbirinden ayırıncaya kadar yemeye devam ediyordu. Bunun üzerine Allahr bölü­münü indirdi de, halk, bundan gecenin ve gündüzün kastedildiğini öğrendi.

 

Buna göre, Buhârî'deki Sehl hadîsi ile, lbn Cerîr'deki Adiyy hadîsi arasında bir tezat ortaya çıkmaktadır.

 

İbn Hacer el-Askalânî bu tezâtı şöyle ortadan kaldırıyor;

 

Adiyy b. Hâtim'in hadîsi, Sehl b. Sa'd'ın hadîsinden daha sonradır. Sanki, Adiyy'e Sehl hadîsinde bahsedilen şey ulaşmamıştır. Mücerred ola­rak âyeti işitmiş ve yukarıda geçtiği şekilde anlamıştır. Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a.v.) âyetteki den muradın, karanlığı aydınlık­tan ayırmak olduğunu beyân etmiştir.

 

Hadîs-i şerifin devamında, Adiyy b. Hatim Hz.Peygamber (s.a.v.)'eva-rıp da durumu arzedince, Rasûlullah (s.a.v.)'ın, gülerek "şüphesiz öyleyse yastığın geniş ve uzundur" buyurduğu görülmektedir. Rasûlullah'm bu sözden maksadını alimler farklı yorumlamışlardır.

 

Kurtûbî ve Kadı lyâz gibi büyük âlimler, Rasûlullah (s.a.v.)'m bu sözü, karşısındakinin gaflet ve hamakatine kinaye olarak söylemediği görüşünde iken; bâzı âlimler bu sözün, Adiyy'in gafletine işaret olarak söylendiği fikrindedirler. Bunlar, "senin yastığın geniş ve uzundur.” sözünü, Arap­ça'da "kalın kafalı" manasına kullanılan ( uüı jhj- ) terkibine benzet­mişlerdir. Ancak hadise Rasûlullah'ın bir sahâbiye hakaretâmiz ifâdeler kullanmasını gerektirecek derecede büyük değildir. O bakımdan, Kurtûbî ve Kadı Iyâz'ın anlayışları daha uygun görünmektedir. Hattâbî, her iki anlayışı da uygun görenlerdendir.

 

Hattâbî şöyle der:

 

"Şüphesiz öyleyse senin yastığın uzun ve geniştir," sözünde iki kavil vardır:

 

1. Rasûlullah burada "şüphesiz öyleyse senin uykun fazla imiş" de­mek istemiştir. Yastık sözü uykudan kinayedir. Çünkü uyuyan onun üze­rine başını kor. Yahut da "öyleyse senin gecen uzunmuş" demeyi murâd etmiştir...

 

2. Rasûlullah yastık ile, başını ve boynunu koyduğu yeri kinaye et­miştir. Buna göre; yastık büyük olunca, kafa da büyük olur. Bu da gaflet ve gabâvetten kinayedir."

 

Kurtûbî, Efendimizin bu ifâdesinin Adiyy'i gaflete nisbet etmek anla­mında olmadığını ifâde ile şöyle der:

 

"Allahü âlem, Rasûlullah. bununla; "eğer senin yastığın Allah'ın mu­râd ettiği iki ipliği kaplayabilmişse geniş ve uzun demektir. Bunun için, Rasûlullah hemen peşinden; "Bu ancak gecenin karanlığı ve gündüzün aydınlığıdır" buyurmuştur.

 

İbn Hıbbân bu Adiyy hadîsini; "Arapların lügatlarının birbirinden farklı olduğunun beyânı" başlığı altında vermiştir. Bu hareketiyle İbn Hıbbân, Adiyy b. Hâtim'in, siyah ve beyaz iplikle gecenin karanlığı ve gündü­zün aydınlığının kastedildiğini bilmediğine işaret etmek istemiştir. Bu da, Kurtûbî'nin görüşüne kuvvet kazandırmaktadır.

 

Kadı Iyâz'ın bu konuda söyledikleri de şöyledir:

 

"Adiyy b. Hatim âyet-i kerîmeyi anlayış tarzından dolayı iki iplik alıp yastığının altına koymuştur. Aynı şekilde davranan başka sahâbîler de olmuştur." Daha sonra Kadı Iyâz bu cümleyi aynen Kurtûbî'nin anla­dığı biçimde izah eder:

 

"Hadîsin manâsı şudur: Eğer sen Allah'ın murâd ettiği iki ipliği (gece ile gündüzü) yastığının altına koyabildinse, senin yastığın çok uzun ve ge­niş demektir."

 

Ebû Avâne'nin, Mutarrıf tan yaptığı rivayette Hz. Peygamberin gül­düğü ve  "hayır ey koca kafalı" buyurduğu belirtil­mektedir. Kadı Iyâz bu ifâdeyi de yukarıdaki mânâya hamletmiştir.

 

Bu bâbda geçen hadîsler ve bu hadîslerde işaret edilen âyet-i kerime[Bakara 187], oruç tutulan günlerin gecelerinde, fecir doğuncaya kadar yeme içme, cinsî temas gibi oruca aykırı davranışların caiz olduğuna delildir. Ancak fecrin doğuşundan muradın ne olduğunda ihtilâf edilmiştir. İbn Rüşd'ün Bidâyetü'I-müctehîd ve nibâyetü'l-muktesid adındaki eserinde belirtildiği­ne göre; ulemânın cumhuru, fecir sözüyle kastedilenin, fecr-i sâdık olduğu görüşündedirler. Bu görüşe kaynak olacak hadîsler yukarıda geçmiştir.

 

Fecrin belirmesinden muradın, fecrin doğması mı yoksa, mükellef ta­rafından görülmesi mi olduğu da ihtilâfa konu olmuştur. Çünkü âyet-i kerîmedeki ifâdesi, her iki anlayışa da imkân vermektedir. Cumhurun görüşüne göre, fecrin belirmesinde mükellefin görüşü esâstır. Dolayısıyla bir kimse fecrin doğup doğmadığında şüphe ederse, kendisine yemek içmek helâl olur. Ancak, fecirden sonra, yediği kesinlikle belli olursa, o günü kaza etmesi gerekir.

 

Oruca başlama vaktinin fecrin doğuşu ile mi yoksa aydınlığın yayılışı ile mi olduğunda da farklı görüşler vardır. Ulemânın ekseriyetine göre, fecir yayılıncaya kadar yemek içmek caizdir. Dört mezhep imamının görü­şü de bu merkezdedir. Îbnü'l-Münzîr'in bildiğine göre; Hz. Ömer, Hz. Ali ve İbn Abbas da bu fikirdedirler.

 

Reddü'l-muhtar'da, orucun başlama zamanının, fecrin ilk doğmaya başladığı an mı yoksa aydınlığın yayılması esnası mı olduğundaki ihtilâf, sabah namazının vaktindeki ihtilâfa benzetilerek; "fecrin ilk doğmaya baş­laması zamanını kabul etmek daha ihtiyatlı, aydınlığın yayılmasını kabul etmekse, ruhsattır" denilmektedir.

 

Zayıf kabul edilen bir görüşe göre ise, oruca başlama vakti, fecr-i sâdıktan sonra görünen kızıllıktır. Buna kırmızı fecir denilir. Buna göre güneşin doğmasına yakın bir zamana kadar yemek içmek caizdir. Bu gö­rüş, ashâb-ı kiramdan, Huzeyfe ve îbn Mesûd'dan da rivayet edilmiştir. Ayrıca Süleyman b. A'meş, el-Hakem b. Uteybe, Ebû Miclez, Ebû Bekir b. Ayyaş da bu görüştedirler.. Bunlar, bu konuda âyetteki, "fecir" keli­mesini, kırmızı fecir olarak anlamışlardır. Ayrıca şu haberler de bu görü­şün delilleri arasındadır:

 

Huzeyfe şöyle demiştir:

 

"Rasûlullah (s.a.v.)'le birlikte sahur yemeği yedim (yediğimiz zaman) sanki gündüzdü diyebilirim, ancak henüz güneş doğmamıştı."

 

Zer b. Hubeyş (r.a.) şöyle der:

 

"Sahur yemeğini yeyip mescide gittim. Giderken, Huzeyfe'nin evine uğrayıp yanına girdim. Bir deve sağmamı emretti, sağdım. Bir tencere em­retti, sütü pişirdim, sonra; "ye" dedi. Ben oruç. tutmak istiyorum" de­dim. "Ben de istiyorum." dedi. Yedik, içtik sonra mescide geldik, hemen namaza başlandı.

 

Huzeyfe "Rasûlullah bana böyle yaptı" veya "ben Rasûlullah'la böyle yaptım" dedi. "Sabahtan sonra mı?" dedim. "Evet, sabahtan sonra, an­cak güneş doğmamıştı" dedi.[Tahâvî, Şerhu meâni'1-âsâr, II, 52.]

 

Ebû Davud'un bir evvelki hadîsi de bu görüşün delilleri arasında sayılır.

 

İbnü'l-Münzîr'in rivayetine göre; Hz. Ali sabah namazını kılmış son­ra; "Şu an beyaz ipliğin siyah iplikten ayrıldığı andır" demiştir.

 

Tahavî, Huzeyfe'nin rivayetinin bu konudaki âyetin[Bakara 187] inmesinden önce olmasının muhtemel olduğunu söyler. Böyle olmasa bile, yeme içmenin ikinci fecrin doğması ile sona ereceğini belirten sahîh hadîsler o kadar çoktur ki, orucun başlama vaktinin güneşin doğumuna yakın bir zamana kadar uzayacağını bildiren haberler onlara muarız olamazlar." Zaten bu görüş çok zayıf görülmüş ve mezheb imamlarından hiçbirisi tarafından i'tibâr edilmemiştir. Sâdece bu birkaç haberi alıp, ikinci fecirle birlikte yemenin içmenin haram olduğunu belirten Kütüb-ü Sitte'deki sahîh hadîs­leri hesaba katmamak uygun bir davranış değildir. Zihinleri karıştırmak­tan başka bir işe yaramaz.